-“Üç günlük dünya” ne demek baba?
-Bilmiyorum oğlum, öylesine bir laf galiba.
-Peki baba, neden insan birine küs kalmamalı üç günden fazla?
-Öyle miymiş, kim söyledi bunu sana?
-Peygamberimizin hadisi ya baba, bilmiyor musun yoksa?
-Yok canım, bilmez miyim, biliyorum tabi. Unutmuşum bir anda.
-Peki baba bir soru daha. Bu dünyada misafirmişiz biz ya, peki ya gerçek evimiz ne tarafta?
-Oğlum, çok zor sorular soruyorsun ama. Hadi sen git biraz oyun oyna.
Üç günlük dünya…
Daha dün değil miydi, arka bahçede top oynadığın zamanlar. Ne ara geçti yahu, ilkokuldaki silgi kokulu yıllar? Sahi, ne kadar tatlıydı değil mi, akşam saati oynanan saklambaçlar? Üniversiteyi kazanabilecek miyim, istediğim bölümde okuyabilecek miyim, peki ya mezun olabilecek miyim, ah o bitmek bilmeyen acabalar. İş sahibi olmak, evlenmek ne kadar da uzak hedefler. Arkandan “baba” diyerek koşan bir çocuk? Yok artık daha neler… Aynaya bakmayalı ne kadar çok olmuştu, sen top oynayan masum bir çocuktun, şimdi ise topunu kesen amcalara dönmüşsün, ah şu seneler…
İnsan birine üç günden fazla küs kalmamalı…
Üç gün mü? Kimin bir saniye sonrasına garantisi var? Kalp kırmak ne kadar da kolay.Nasıl olsa bir ara alırsın gönlünü değil mi? Ya alamazsan? Öyle ya, ölüm meleği gelmek için sana mı sorar? Bir bakarsın müezzin efendi sıradaki selayı senin için okumaya çıkar? Ama insan yakıştıramıyor kendine değil mi? Yok canım, çok gençsin daha, ne alakası var? Hem bu işler sıraya bakar. Önce çok yaşlılar, sonra daha az yaşlılar… Sen bile inanmadın bu söylediğime değil mi? Hiç mi seninle yaşıt biri ölmedi bu zamana kadar? Söyle yahu, kendi ellerinle toprağa verdiğin yakınların nerede kaldılar? Değer mi peki hırslarını tavan yaptırıp kalp kırmaya, gönül yıkmaya? Üstelik bir de gönül yapmaktan kaçınmaya. Nasıl büyüttün bu kibrini ve gururunu, söyle, hangi ara?
Dostum, bak dostum diyorum ısrarla. Bu yüzden acı geliyor sözlerim sana. Ama gerçekler acıdır ve acıtır, unutma. Öfkeni yenebiliyor musun, ne ala. Öfkene yeniliyor musun? O zaman hazırlan zararla oturmaya. Öfkeyle kalkıp, fayda ile oturan olmamıştır daha. Sen sen ol “asla affetmeyeceğim” gibi büyük laflar konuşma. Bir cenaze töreninde, en önde, tabut taşırken bulursun kendini sonra. O anki pişmanlığının ve “keşke şu anda yanımda olsa da boynuna sarılsam” sızlayışının çaresi olmaz, yapma.
Misafirsin şu dünyada, anlasana…
Ne demiş büyükler, ev sahibi gibi durma, kiracı gibi yaşa. Kalkıp gitmesi zor olur sonra. Sen istesen de, istemesen de,” az daha kalayım” desen de, diller döksen de, gideceksin beyim, gideceksin. Hem de öyle bir gideceksin ki belki veda bile edemeyeceksin. En sevdiklerini, eşini, anneni, aileni, çocuklarını, dostlarını, kariyerini, malını, mülkünü, her şeyini, belki de işler tam tıkırındayken, belki de her şey tam olarak yoluna girmişken, şöyle bir arkanı yaslanıp “işte şimdi rahat edeceğim” derken…
Gideceksin kardeşim gideceksin, ama geç, ama erken…
O yüzden sen sen ol, kendini çok kaptırma, dünyalık isterken. Hırs, insana bir şeyler kazandırır ama çok şeyi de kaybettirir, fark ettirmeden. Elinden geleni yap, hedefine odaklan, şartları zorla ama sınırı aşma. Bir şeylerin senin elinde olmadığı gerçeğini aklından çıkarma.
Dostum sakın ümitsizliğe kapılma, olumsuzlara takılma.Sen kendini gönlü ve niyeti temiz, iyi bir insan olmaya ver.
Bir de şunu sakın unutma, çoğu zaman misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.