Din, Allah tarafından konulmuş bir
kanundur. İnsanlara, yaratılış gayesini ve varoluş hikmetini bildirir. Yüce
Rablerine karşı ne şekilde ibâdette bulunacaklarını öğretir. İyi ve faydalı
şeyler yapmaya sevk eder, zararlı işlerden de alıkoyar. İlahi kaynaklı bütün öğretilerin
temel amacı iyi ve güzel olana yönlendirmedir. Aslında burada çok ciddi bir
mesele var ve bu mesele hep dikkatlerden kaçıyor. Peki bu mesele ne? Din
kavramını duyan kimselerin aklına hemen sarıklı, cübbeli ve sakallı insanlar
geliyor bunun yanında Camilere hapsolmuş bir yaşayış biçimi olarak akıllara
kazınmış durumda. Oysa ki gerek Peygamber (a.s) hayatına gerekse Alimlerin
hayatlarına baktığımız zaman aslında dinin hayatın ta kendisi olduğunu açık bir
şekilde görüyoruz.
kanundur. İnsanlara, yaratılış gayesini ve varoluş hikmetini bildirir. Yüce
Rablerine karşı ne şekilde ibâdette bulunacaklarını öğretir. İyi ve faydalı
şeyler yapmaya sevk eder, zararlı işlerden de alıkoyar. İlahi kaynaklı bütün öğretilerin
temel amacı iyi ve güzel olana yönlendirmedir. Aslında burada çok ciddi bir
mesele var ve bu mesele hep dikkatlerden kaçıyor. Peki bu mesele ne? Din
kavramını duyan kimselerin aklına hemen sarıklı, cübbeli ve sakallı insanlar
geliyor bunun yanında Camilere hapsolmuş bir yaşayış biçimi olarak akıllara
kazınmış durumda. Oysa ki gerek Peygamber (a.s) hayatına gerekse Alimlerin
hayatlarına baktığımız zaman aslında dinin hayatın ta kendisi olduğunu açık bir
şekilde görüyoruz.
İnsan yapımı bir robot düşünün ve bu robota
belli başlı özelliklerin yüklendiğini. Robot bu özelliklerini kullanarak
yapabildiği kadarıyla bazı şeyleri üretir. Bu üretimden sonra insanlar robotun
ürettiği şeylere ‘’robot şunu yaptı’’ demekten ziyade, bilmem ne şahsının
yapımı olan robot şunu yaptı diye lanse ediliyor. Yani bu meseleden şuraya
geleceğim, insan hayatı boyunca ürettiği her şeyde sanki kendi özelliğiymiş ve
bu yapıtın sahibinin tek başına kendi olduğunu düşünüyor. Oysa insana zaten
bunları yapabilme özelliği başta yüklenmişti yani paragrafın başında
anlattığımız robot insanın kendisi onu üretense Yaratıcıdır. Din diye belli
kalıplara hapsettiğimiz şey aslında İnsanın gördüğü, düşündüğü, ürettiği ya da
üretmediği her şeydir. Yani Din; Matematiktir, Fiziktir, Metafiziktir,
Coğrafyadır, Psikolojidir, Teknolojidir sayıp sayamayacağımız her şeydir çünkü
bunların yapımı aslında tek bir elden gerçekleşmiştir.
belli başlı özelliklerin yüklendiğini. Robot bu özelliklerini kullanarak
yapabildiği kadarıyla bazı şeyleri üretir. Bu üretimden sonra insanlar robotun
ürettiği şeylere ‘’robot şunu yaptı’’ demekten ziyade, bilmem ne şahsının
yapımı olan robot şunu yaptı diye lanse ediliyor. Yani bu meseleden şuraya
geleceğim, insan hayatı boyunca ürettiği her şeyde sanki kendi özelliğiymiş ve
bu yapıtın sahibinin tek başına kendi olduğunu düşünüyor. Oysa insana zaten
bunları yapabilme özelliği başta yüklenmişti yani paragrafın başında
anlattığımız robot insanın kendisi onu üretense Yaratıcıdır. Din diye belli
kalıplara hapsettiğimiz şey aslında İnsanın gördüğü, düşündüğü, ürettiği ya da
üretmediği her şeydir. Yani Din; Matematiktir, Fiziktir, Metafiziktir,
Coğrafyadır, Psikolojidir, Teknolojidir sayıp sayamayacağımız her şeydir çünkü
bunların yapımı aslında tek bir elden gerçekleşmiştir.
İnsan hayatı boyunca dinin aslında ne
demek olduğunu anlamazsa belli başlı mekanlara hapsolmuş dini yaşamak zorunda
kalacaktır. Peki dinin ne demek olduğunu anlarsak ne mi olur? Asırlar boyunca
dünyaya medeniyet dersi vermiş ve bilgisiyle, ürettiği bilimler ile dünyaya nam
salmış bir medeniyet ortaya çıkar. Dini belli başlı kalıplara sığdıranlar ise
Farabi’yi, İbn-i Sina’yı, Harezmi’yi, El-Cezeri’yi bunların yanında Endülüs’ü
ve diğer İslam Medeniyetlerini hiçbir zaman anlamamış ve anlamayacak
olanlardır.
demek olduğunu anlamazsa belli başlı mekanlara hapsolmuş dini yaşamak zorunda
kalacaktır. Peki dinin ne demek olduğunu anlarsak ne mi olur? Asırlar boyunca
dünyaya medeniyet dersi vermiş ve bilgisiyle, ürettiği bilimler ile dünyaya nam
salmış bir medeniyet ortaya çıkar. Dini belli başlı kalıplara sığdıranlar ise
Farabi’yi, İbn-i Sina’yı, Harezmi’yi, El-Cezeri’yi bunların yanında Endülüs’ü
ve diğer İslam Medeniyetlerini hiçbir zaman anlamamış ve anlamayacak
olanlardır.